Bir Karadeniz Serüveni 4 Gece 5 Gün İstanbul Çıkışlı

Yaklaşık 870 km yol kat edilecektir.

Tarih kokan konaklarıyla Amasya sizi geçmişin zarif dokusuna çekerken, Yeşilırmak kıyısında yürürken adeta şehzadelerin izinde bir zamana yolculuk yapacaksınız. Şehzadeler Şehri’nin yumuşak geçişli vadilerinde kurulu bu kent, Selçuklu’dan Osmanlı’ya uzanan köprü gibidir.

Şebinkarahisar’ın sert iklimi ve dağlık coğrafyası, burada yaşayan halkın dayanıklı ve çalışkan karakterini şekillendirmiştir. Yol boyunca göreceğiniz ceviz bahçeleri ve üzüm asmaları, bölgenin geçim kaynaklarının birer göstergesidir. Meşhur cevizli sucuk bu coğrafyanın hem kültürel hem ekonomik ürünüdür.

Bektaş Yaylası’na ulaştığımızda, sizi Karadeniz’in bol oksijenli serinliği karşılar. Yaylada yaşayan Türkmen ve Bektaşi kökenli halk, geleneksel mimarileri ve misafirperverlikleriyle tanınır. Kemençenin sesi burada horonla birleşir, Karadeniz’in dağlarla bütünleşmiş müzik kültürüyle tanışırız. Bu yüksekliklerde Karadeniz artık sadece bir deniz değil, göğe dokunan bir ruh hâline gelir.

Tarih kokan konaklarıyla Amasya sizi geçmişin zarif dokusuna çekerken, Yeşilırmak kıyısında yürürken adeta şehzadelerin izinde bir zamana yolculuk yapacaksınız. Şebinkarahisar’ın sarp dağ yamaçlarından geçip Bektaş Yaylası’na ulaştığınızda, ruhunuzu dinginlik ve huzurla yıkayan bir doğa sizi karşılayacak. Burası sadece bir yayla değil, Karadeniz’in yüreği…

Sabah erken saatlerde İstanbul’dan hareketle Karadeniz’in iç kesimlerine doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız, tarih ve kültürle yoğrulmuş Amasya. Burada Şehzadeler Müzesi, Yalıboyu Evleri ve Harşena Kalesi gibi önemli yapıları görüyor, yöresel lezzetlerle bezeli bir öğle yemeği molası veriyoruz.

Ardından Şebinkarahisar üzerinden Karadeniz yaylalarına doğru tırmanıyor ve Bektaş Yaylası’na ulaşıyoruz. Yayla kültürünün canlı yaşandığı bu bölgede, yöresel müzikler eşliğinde horon halkaları kuruluyor. Akşam yemeğinde mısır ekmeği, kuymak ve yayla yoğurdu gibi özgün Karadeniz lezzetleri tadılıyor. Geceyi temiz hava, sessizlik ve yıldızlı gökyüzü eşliğinde geçiriyoruz.

 Yaklaşık 310 km yol kat edilecektir.

Mavigöl’ün büyüleyici turkuaz rengi, doğanın ressam gibi çalıştığı bir mucize. Kümbet Yaylası’nda bulutlarla yarışan çiçeklerin arasından geçerken zaman yavaşlıyor. Tomara Şelalesi’nin gür sesiyle doğa size müziğini sunarken, Karaca Mağarası’nda sarkıt ve dikitlerin arasındaki yürüyüş sizi adeta yer altının gizemli masalına davet ediyor.’nin gür sesiyle doğa size müziğini sunarken, Sümela’nın kayalıklara kazınmış duvarları bin yıllık bir sırrı fısıldıyor…

Kahvaltı sonrası, benzersiz turkuaz rengiyle ünlü Mavigöl’e geçiyoruz. Hemen ardından, bölgenin saklı güzelliklerinden biri olan Kuzalan Şelalesi’ni ziyaret ediyoruz. Köpük köpük dökülen suları ve yemyeşil çevresiyle bu şelale, adeta doğanın melodisini sunar. Ardından Kümbet Yaylası’nda serbest zaman.’nda serbest zaman. Doğa yürüyüşleri, fotoğraf çekimleri ve yöresel ürünlerle tanışma fırsatı buluyoruz. Daha sonra Tomara Şelalesi’ne uğruyoruz. Gürül gürül akan suların sesinde öğle yemeğimizi alıyor, doğayla iç içe bir mola veriyoruz. Günün ilerleyen saatlerinde Karaca Mağarası’nı ziyaret ediyor, yer altındaki doğa mucizelerini keşfediyoruz. Sonrasında Maçka üzerinden Sümela Manastırı’na geçiyoruz. Karadeniz’in en etkileyici yapılarından biri olan bu manastır, Altındere Vadisi’nin sarp kayalıklarına 1.200 metre yükseklikte inşa edilmiştir. Yaklaşık 4. yüzyıldan beri varlığını sürdüren Sümela, Bizans döneminde Hristiyan keşişlerin inziva noktası olarak kullanılmış, freskleriyle büyüleyen dini ve tarihi bir sembole dönüşmüştür. Kayaların içine oyulmuş odaları, şapelleri ve su kemerleriyle hem mimari hem de ruhani bir derinlik sunar. Ardından Trabzon’un en zarif mimari örneklerinden biri olan, çiçeklerle bezeli bahçesi ve panoramik manzarasıyla büyüleyen Atatürk Köşkü’nü ziyaret ediyoruz. 1890’lı yıllarda inşa edilen bu köşk, Batı mimarisi ile Karadeniz doğasının buluştuğu özel bir yapıdır. Atatürk bu köşkte 1937’de vasiyetnamesini kaleme almış, köşk o günden sonra halk tarafından büyük bir manevi değerle korunmuştur. İç mekânda dönem mobilyaları ve Atatürk’ün özel eşyaları sergilenir. Gece Trabzon’daki otelimizde konaklıyoruz.

 Yaklaşık 330 km yol kat edilecektir.

Uzungöl’de sabah sisleri dağılırken göle düşen dağ yansımaları tablo gibi bir manzara sunar. Çeçeva’nın çay bahçelerinde yeşilin elli tonunu görmek, Karadeniz’in altın yeşiliyle göz göze gelmektir. Kazaziye ustalarının sabırla ilmek ilmek işlediği gümüş tellerin dansı sizi zamanın ötesine taşır. Borçka Karagöl ise sessizliğiyle konuşur, insanın kalbini derin bir huzurla sarar. Batum’da ise gece; ışıkla yazılmış bir şiirdir…

Sabah Trabzon’dan hareketle ilk olarak geleneksel el sanatlarımızdan kazaziye telkâri işlemeciliği atölyesine uğruyoruz. Bu geleneksel sanat Trabzon’da 1500’lü yıllardan bu yana yaşatılmaktadır. Gümüş ya da altın tellerin ipek iplik üzerine sarılmasıyla yapılan kazaziyeler, sabrın ve zarafetin takıya dönüştüğü bir ustalık işidir. Burada bu eşsiz sanatın hikâyesini dinliyor, ustalarından bilgi alıyoruz. Ardından Karadeniz’in simgesi haline gelen Uzungöl’e ulaşıyoruz. Göl çevresinde yürüyüş ve fotoğraf molasının ardından Rize Bezi Atölyesi’ni ziyaret ediyor, bölgenin dokuma kültürünü yakından tanıyoruz. ‘Feretiko’ adıyla da bilinen Rize bezi, kenevir lifinden dokunur ve suya dayanıklılığı sayesinde geçmişte hem günlük hayatta hem de denizciler tarafından kullanılmıştır. 1800’lerden bu yana kadın emeğini simgeleyen bu bezler, günümüzde hediyelik ve giyim ürünlerinde değerlendirilmektedir. Sonrasında Rize’nin çay kokan köylerinden Çeçeva’ya geçiyor, ardından bir çay fabrikasını ziyaret ediyoruz. Karadeniz’in yamaçlarına serilmiş çay bahçeleri, bölgenin hem ekonomik hem sosyal dokusunu belirler. Çay, 1924 sonrası Rize’de üretime alınmış, bölge halkı için geçim kaynağı ve bir yaşam kültürü hâline gelmiştir. Demlikten yükselen buhar, burada sadece sıcak bir içecek değil, Karadeniz insanının sabrını ve emeğini simgeler.

Öğle yemeğimizi Fırtına Vadisi’nin eşsiz doğasında alıyor, ardından Artvin’in doğal cenneti Borçka Karagöl’ü keşfediyoruz. Akşam üzeri Gürcistan’a geçerek Batum’daki otelimize yerleşiyoruz. Ardından ışıklarla donatılmış şehirde bir gece turu yapıyoruz. Turumuzda: - Renkli ışık gösterileriyle ünlü Alfabe Kulesi, - Şehrin simgesi haline gelmiş Medea Heykeli, - Denize nazır Avrupa Meydanı ve Piazza Meydanı, - Işıl ışıl sahil bulvarı ve müzikli fıskiyeler gibi noktalar gezilir. Batum’un gece atmosferinde yapacağımız yürüyüşle, Gürcistan’ın modern ve tarihi yüzünü bir arada keşfetme imkânı buluyoruz. Geceyi dileyen misafirlerle birlikte Gürcü ezgileri, halk dansları ve yerel lezzetlerle süslenmiş geleneksel bir Gürcü gecesi eğlencesiyle tamamlıyoruz (ekstra). Batum, Karadeniz kıyısında yer alan ve hem Osmanlı hem Sovyet etkileri taşıyan modern bir liman kentidir. Renkli mimarisi, subtropikal iklimi ve sahil kültürüyle ziyaretçilerine hem kültürel hem görsel bir şölen sunar. Gürcü halkının sıcakkanlılığı ve şehirdeki mimari çeşitlilik, burayı adeta bir kültür mozaiğine dönüştürür.

Yaklaşık 295 km yol kat edilecektir.

Ayder Yaylası’nda sislerin arasından doğan güneş, masalların sabahını hatırlatır. Zilkale, geçmişin sınır taşları gibi zamanın üzerinde yükselir. Fırtına Deresi’ne hâkim bir konumda yer alan bu kale, 14. yüzyılda Kommenoslar döneminde inşa edilmiştir. 750 metre rakımlı bir tepede konumlanan yapı, Karadeniz’in zorlu coğrafyasında stratejik bir gözlem noktasıydı. Kaleden vadiye doğru baktığınızda hem tarih hem tabiat ayaklarınızın altına serilir. Rize Bezi tezgâhlarında atılan her ilmekte Karadeniz kadınının emeği, direnci ve zarafeti gizlidir. Sürmene bıçakları, hem keskinlikleriyle hem de ustalarının hikâyeleriyle parlar. Akçaabat köftesiyle Karadeniz, lezzetiyle de gönlünüze taht kurar…

Gürcistan’dan Türkiye’ye dönüş sonrası sabah saatlerinde Ayder Yaylası’na varıyoruz. Yaylada sis denizi, geleneksel mimari ve horon eşliğinde geçirilen vakit unutulmaz anılar bırakır. Ardından tarihi Zilkale’yi ve doğanın sükûnetle coştuğu Fırtına Vadisi’ni keşfediyoruz.

Günün devamında meşhur Sürmene Bıçak Atölyesi’ne uğruyor, ustaların el emeği eserlerini yerinde inceliyoruz. Akşam üzeri Ordu’ya ulaşıyor, dileyen misafirlerle birlikte teleferikle Boztepe’ye çıkarak şehri kuşbakışı izliyoruz (ekstra). Gece Ordu’daki otelimize yerleşiyoruz.

Yaklaşık 860 km yol kat edilecektir.

Perşembe Yaylası’nda çiğ damlaları henüz çekilmemişken yürümek, doğanın nefesini duymaktır. Samsun’daki Bandırma Vapuru’nda ise bir milletin yeniden doğuşuna tanıklık edersiniz. Fındık pazarındaki kokular, Karadeniz’in bereketini taşır elinize. Bu yolculuk, yalnızca bir tatil değil; bir halkın, bir coğrafyanın ve binlerce yıllık hikâyenin ayak izlerini süren bir keşif olur…

Sabah kahvaltısının ardından Perşembe Yaylası’na çıkıyoruz. Yaylada yapılan kısa yürüyüş ve fotoğraf molasının ardından Karadeniz’in simgelerinden olan fındık alışverişi için yöresel ürün pazarında serbest zaman veriyoruz. Türkiye dünya fındık üretiminin %70’ini karşılamaktadır ve Ordu bu alanda başkent konumundadır. Karadeniz insanının yıllık emeği olan fındık; sofralara bereket, bölgeye ekonomik can verir. Hasat dönemi bir festival havasında geçer ve fındık, Karadeniz kültürünün en tatlı ürünlerinden biridir.

Samsun’da Bandırma Vapuru Müzesi’ni ziyaret ediyor, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç adımına tanıklık ediyoruz. Öğle yemeğimizi Samsun’da aldıktan sonra dönüş yolculuğumuza başlıyoruz. Osmancık, Merzifon ve Bolu güzergâhını takip ederek akşam saatlerinde İstanbul’a varıyoruz.